Yollar mı daha uzundu yoksa hayat mı? Ya da yeryüzündeki bütün yolları yürümeye yeter miydi hayat? Sorular, sorular…
Cevaplanmadan kalan kaçıncı soruydu bu acaba ve de cevaplanmadan unutulacak kaçıncı soru olacaktı?
“Neyse” dedi derin bir nefes aldıktan sonra. Şimdi adımlarını sıklaştırmanın ve varacağı yere varmanın zamanıydı. Şimdi gitme zamanıydı, düşünmeyi sonraya bırakmalıydı. Öyle ya, giderken düşünürse eğer, gitmekten vazgeçebilirdi. Onun için acele etmekteydi. More…
Hiçkimsenin olmadığı o yere ne ilk gidişimdi bu ne de son olacaktı. İlk geldiğim günü hatırlıyorum da, ne çaresiz ve ne bedbaht hissediyordum. Bunalmış, sıkılmış ve kendimi Hiçkimseler Diyarı’na atıvermiştim. Kesret ne ağır ve kalabalıklar ne ürkünç geliyordu o zaman.
Halbuki Hiçkimseler Diyarı böyle midir? Orada ne kin ve nefret, ne kınama vardır, ne de kem söz işitilir. Orada tek var olan oraya götürdüklerindir. Tıpkı ıssız bir adaya düşünce, tek elinde olanın yanına götürdüklerin olduğu gibi. Ama hiçbir şeyde olduğu gibi buraya düşmende de rastlantı yoktur, bilakis kendi isteğinle, ihtiyaca binaen gelirsin. More…
Masanın üzerine elini, elinin üzerine de başını yaslamış, diğer elinde ise kalem olduğu üzere bomboş sayfaya öylece bakıyordu. Uzaktan görenler uyuyor olduğunu sanabilirdi. Öylece hareketsizdi yani. Halbuki yaptığı şey önündeki beyaz sayfaya yandan ve boş bakışlarla bakmaktan başka birşey değildi. Neden sonra elindeki kara kalem oynamaya, beyaz sayfa peyderpey kararmaya başlamıştı. Sayfa kararmasına kararıyordu lakin kendi içinde birşeyler de aydınlanıyordu bir yandan.. Zira deminki donuk duruş gitmiş yerini rengarenk hislere ve bu hislerin tezahürleri olan davranışlara, jest ve mimiklere terketmişti. İçinde duyduğu his, yazacak birşeyler bulmanın verdiği heyecan ve tatlı telaş idi belki. More…